31 Mayıs 2011 Salı
POP ART SANAT AKIMI NEDİR?
Pop Art
1950'lerin sonunda İngiltere'de ortaya çıkıp, daha sonra Avrupa'da ve özellikle Amerika'da yayılan sanat akımıdır.
Pop Art akımın sanat tabanı, 1945-1960 yılları arasında, yani II. Dünya Savaşı sonrasında yaygınlaşan Soyut Ekspresyonizmdir. Bu akımın temsilcilerinin ortak ilkeleri oldukça azdır. Birleştikleri tek ilke, resim yapma işinin yaratıcı yönünü yüceltmek, resmin ne yöne gideceğini ve neyi anlatacağını resme başlamadan Önce bilmeyi reddetmektir. Amerika'da Marc Rothko (1903-1970) ve Jackson
Pollack (1912-1956), Fransa'da ise Alman asıllı Hans Hartung ile Georges Mathiev akımın temsilcileri arasındadır.
Pop Art hareketini esas belirleyen unsur ise, tüketim toplumunun ihtiyaçlarıdır. Başta Amerika olmak üzere, sanayi aşamasına gelen ülkelerde, yaşama tarzı ile endüstriyel üretim nesneleri arasında ilgi çekici bir duyuş birliği sağlamıştır. Başka bir ifadeyle, tüketime yardımcı bir reklam aracı olarak işlevini sürdürür. Herhangi bir ürün sanatsal bir ifade içinde sunulurken, dönemin teknikleri (fotoğraf, baskı vs.) de kullanılmıştır.
Tüketim toplumunun sanatı olan Pop Art, ele aldığı nesneleri üst değerler düzeyinde halka tanıtmaya çalışır. Resimli roman ya da reklamcılık tekniklerinin kullanıldığı Pop Art, konserveden sigaraya kadar hemen her şeyi konu edinebilir. A. Warkol, G. Segal, R. Hamilton, R. Lichtenstein, T. Wesselman, Y. Klein ünlü Pop Art sanatçıları arasında yer alırlar.
Andy Warhol'un Marilyn'ler''adlı eseri bir pop art ikonu olmuştur.
Pop Art, sanatın her dalı ve günlük yaşam imgelerinin genel anlamda en çok yaklaştığı; gerçek manada ise birbirinin en fazla düşmanı konumunda olduğu bir tarzdır. Kimi zaman imgeleri kimliksizleştirir, kimi zaman ise imgeleri güçlü ironiyle sorgulatır. Gitgide daha fazla büyüyen tüketim çarkı içine fast food’dan tutun da sinemaya kadar birçok marka girer.
60’lı yıllara imza atmış olan Kennedy’nin, “... aya adım atmış olacağız” sözü, televizyonun başına sabitlenen yaşamlar, Nasa’nın deneyleri, yürüyen yollar, galaksiler arası düşler ve başka oluşumlar, beyaz perdede ve çizgi filmlerde yansımalarını bize göstermiştir. Fütüristik bu eğilimler giderek daha bir belirginleşir. Tüketim kültürü dünyayı sarar ve endüstri geleneği ile gelen yaşam kültürünü sorgulayan pop sanatçıları felsefelerini kolâjla anlatırlar. Bu, aslında son derece parlak, renkli, gerçekçi ya da tam tersi düşünen yaşamdan bir kadrajdır.
Claes Oldenberg, Dev hamburger
Pop Art deyince akla gelen ilk cevap “popülist anlayış”tır; oysa ki Pop Art imgeleri tematize eder ve hatta hafif bir mizah anlayışı ile bulunma (varlık) sebeplerini ortaya koyarak sorgular. Pop Art, İngiltere ve Amerika’da 60’lı yıllarda ortaya çıkmış sanat akımıdır. İngiliz pop sanatı, Richard Hamilton,Peter Blake, Roger Coleman gibi sanatçılarla tanınır. Amerikan pop sanatında aynı dönemlerde Jasper Johns , Robert Rauschenberg,Andy Warhol ,Roy Lichtenstein ve Claes Oldenburg gibi sanatçılar bu tarzı temsil eder.
POP ART
Pop Art
II. Dünya savaşından sonra meydana gelen köklü değişimlerin bir getirisidir. Tüketimi çekici hale getirmek için reklamlar, renkli afişler, hatta resimli dergi ve romanlar kullanılmaya başlanır. Pop Art Sanatı tüketime yardımcı bir reklam aracı olarak doğar, gelişir.
Claes Oldenburg bu sanatın öncüsü olmuştur.
20. yüzyılın en sıra dışı sanat hareketi kübizm ve pop art'tı; her ikisi de dönemlerinin kabul gören ve gün geçtikçe rutinleşen sanat akımlarına karşı oluşmuş olan isyanın meyveleriydi.
Kübizm, ekspresyonistlerin fazla uysal ve teslimiyetçi olduklarını söyleyerek ortaya çıkmış, pop art ise soyut sanatın yapmacıklıktan yıkıldığını iddia ederek patlamıştı, aynen verdiği ses gibi: Pop!
Bu, bazılarına göre ‘popüler' kelimesinin özeti iken, bazıları için patlayan bir şampanyanın çıkardığı sesi ifade ediyordu. Çok da yanlış bir tanımlama değil aslına bakarsanız, ama o dönemde çıkardığı gürültüyü göz önüne aldığınızda şampanya bile hafif kalır.
Pop art'ın hikayesi 1956'da İngiltere'de başlar:
Dönemin çılgın sanatçılarından Richard Hamilton, bilmecemsi, karmaşık, acayip bir kolaj yapar ve adını da “Just what is that makes today's homes so different, so appealing?” koyar. Tablodaki her şey son derece alaycı ve ironiktir; modern dünyayı simgeleyen garip eşyalarla dolu bir salonun ortasında kas manyağı olmuş bir adam durmaktadır, elinde muhtemelen halter niyetine taşıdığı dev bir topitop vardır, kanepede ise kafasına abajur geçirmiş çıplak bir arka sayfa güzeli sakin sakin hayallere dalmıştır.
O dönem için son derece aykırı bir çalışmadır bu; pek çok insan nefesini tutar ve merakla neler olacağını beklemeye başlar.
Beklenen patlama 60'larda Amerika'dan gelir. O günlerde pek popüler olan sadelik kumkuması minimalizm, böyle renkli ve canlı bir akımın karşısında fazla bir şey yapamaz tabii ki, kaderine küsüp kenara çekilir.
Pop art'ın tartışmasız lideri Andy Warhol ve Roy Lichtenstein, Claes Oldenbourg, Keith Haring gibi diğer pop art duayenleri, akademik sanatın gelenekleriyle hemen hemen tüm bağları koparırlar ve soyuta da sırtlarını dönerek halka gerçeği olduğu gibi sunarlar.
New York dev bir atölyeden farksızdır artık, şehirle birlikte ona bağlı tüm değerler de sanatın içindedir. Araba ilahlaşmış, cinsellik alenileşmiş, konserveler, pizzalar, patlamış mısırlar ikonlaşmış, sinema ise düşler ve yıldızlar üretmeye yarayan mükemmel bir makine olmuştur.
Çizgi roman başta olmak üzere, medya ve sinema pop artçılar için önemli bir esin kaynağı haline gelmiştir.
Kendini kabul ettiren şey sıradan bir sanat akımı değil, tam anlamıyla bir ‘hayat tarzı'dır.
Pop art'ın kült ismi Andy Warhol ise New York'ta kurduğu ve “Factory” adını verdiği atölyesinde sade yaratıcılığın sınırlarını aşıp türlü yeniliklere imza atar.
Parlak renklerle adeta badana yapılmış Marilyn Monroe, Elvis Presley, Elizabeth Taylor portreleri büyük sansasyon yaratır, Lou Reed'in adıyla anılan rock grubu Velvet Underground'un ilk albümlerinin kapaklarını tasarlar, Coca Cola şişelerini, Campbell's çorbalarının ve Heinz ketçaplarının kutularını boyar. “Tüketim toplumu” olarak bilinen kavram, Warhol için tükenmek bilmeyen bir esin kaynağıdır, bu oburluğu küçümsemek komik olur, zira bütün bu ‘sanat eserleri' daha sonra koleksiyonlarda, galerilerde ve hatta müzelerde baş tacı edilir.
Çizgi roman karelerinin duvarlarımıza kazandırılması ise Roy Lichtenstein sayesinde olur. Aslında Lichtenstein bir çizgi roman çizeri değildi, yaptığı şey geniş açı klişeler çizmekti:
Aşk acısıyla ağlayan kadınlar, bir tartışmanın ortasındaki çiftler, alevler içindeki uçaklardan atlayan pilotlar..
Bu klişeleri, ses efektleriyle ve konuşma balonlarıyla da süsleyerek öncesi ve sonrası olan gerçek çizgi roman kareleri yaratıyordu. Bütün diğer pop artçılar gibi, kopyanın kopyasının kopyasını yapan Roy Lichtenstein, pop art'ı gayet güzel özetliyor:
“Şehirde bir ağacın önüne oturamam, çünkü şehirlerde hiç ağaç yok. Ve bir ağacı düşündüğümde, ağacın medya (filmler, fotoğraflar, reklamlar vs) tarafından yapılan taklididir aslında aklıma gelen. Ben nesnenin kendisinden çok, taklidini algılarım.”
Claes Oldenbourg ise tam boyutlarıyla oluşturulan ünlü süper-market-galeri “Store”da, gıda maddelerinin ve tanıdık nesnelerin taklitlerini sunar. Bu durum sadece resim, sinema ve müzik dünyasını değil, tasarımcıları da büyük ölçüde etkileyecektir.
Diğer taraftan İngiltere de boş durmaz; 50'li ve 60'lı yılların Londrası, çılgınlar gibi pop art çağını kutlamaktadır, Peter Blake'in Elvis Presley ve Beatles için yaptığı muhteşem albüm kapakları, Brigitte Bardot için hazırladığı illüstrasyonlar tüm dünyayı etkilemiş, pop tutkusunu zirveye çıkarmıştır.
II. Dünya savaşından sonra meydana gelen köklü değişimlerin bir getirisidir. Tüketimi çekici hale getirmek için reklamlar, renkli afişler, hatta resimli dergi ve romanlar kullanılmaya başlanır. Pop Art Sanatı tüketime yardımcı bir reklam aracı olarak doğar, gelişir.
Claes Oldenburg bu sanatın öncüsü olmuştur.
20. yüzyılın en sıra dışı sanat hareketi kübizm ve pop art'tı; her ikisi de dönemlerinin kabul gören ve gün geçtikçe rutinleşen sanat akımlarına karşı oluşmuş olan isyanın meyveleriydi.
Kübizm, ekspresyonistlerin fazla uysal ve teslimiyetçi olduklarını söyleyerek ortaya çıkmış, pop art ise soyut sanatın yapmacıklıktan yıkıldığını iddia ederek patlamıştı, aynen verdiği ses gibi: Pop!
Bu, bazılarına göre ‘popüler' kelimesinin özeti iken, bazıları için patlayan bir şampanyanın çıkardığı sesi ifade ediyordu. Çok da yanlış bir tanımlama değil aslına bakarsanız, ama o dönemde çıkardığı gürültüyü göz önüne aldığınızda şampanya bile hafif kalır.
Pop art'ın hikayesi 1956'da İngiltere'de başlar:
Dönemin çılgın sanatçılarından Richard Hamilton, bilmecemsi, karmaşık, acayip bir kolaj yapar ve adını da “Just what is that makes today's homes so different, so appealing?” koyar. Tablodaki her şey son derece alaycı ve ironiktir; modern dünyayı simgeleyen garip eşyalarla dolu bir salonun ortasında kas manyağı olmuş bir adam durmaktadır, elinde muhtemelen halter niyetine taşıdığı dev bir topitop vardır, kanepede ise kafasına abajur geçirmiş çıplak bir arka sayfa güzeli sakin sakin hayallere dalmıştır.
O dönem için son derece aykırı bir çalışmadır bu; pek çok insan nefesini tutar ve merakla neler olacağını beklemeye başlar.
Beklenen patlama 60'larda Amerika'dan gelir. O günlerde pek popüler olan sadelik kumkuması minimalizm, böyle renkli ve canlı bir akımın karşısında fazla bir şey yapamaz tabii ki, kaderine küsüp kenara çekilir.
Pop art'ın tartışmasız lideri Andy Warhol ve Roy Lichtenstein, Claes Oldenbourg, Keith Haring gibi diğer pop art duayenleri, akademik sanatın gelenekleriyle hemen hemen tüm bağları koparırlar ve soyuta da sırtlarını dönerek halka gerçeği olduğu gibi sunarlar.
New York dev bir atölyeden farksızdır artık, şehirle birlikte ona bağlı tüm değerler de sanatın içindedir. Araba ilahlaşmış, cinsellik alenileşmiş, konserveler, pizzalar, patlamış mısırlar ikonlaşmış, sinema ise düşler ve yıldızlar üretmeye yarayan mükemmel bir makine olmuştur.
Çizgi roman başta olmak üzere, medya ve sinema pop artçılar için önemli bir esin kaynağı haline gelmiştir.
Kendini kabul ettiren şey sıradan bir sanat akımı değil, tam anlamıyla bir ‘hayat tarzı'dır.
Pop art'ın kült ismi Andy Warhol ise New York'ta kurduğu ve “Factory” adını verdiği atölyesinde sade yaratıcılığın sınırlarını aşıp türlü yeniliklere imza atar.
Parlak renklerle adeta badana yapılmış Marilyn Monroe, Elvis Presley, Elizabeth Taylor portreleri büyük sansasyon yaratır, Lou Reed'in adıyla anılan rock grubu Velvet Underground'un ilk albümlerinin kapaklarını tasarlar, Coca Cola şişelerini, Campbell's çorbalarının ve Heinz ketçaplarının kutularını boyar. “Tüketim toplumu” olarak bilinen kavram, Warhol için tükenmek bilmeyen bir esin kaynağıdır, bu oburluğu küçümsemek komik olur, zira bütün bu ‘sanat eserleri' daha sonra koleksiyonlarda, galerilerde ve hatta müzelerde baş tacı edilir.
Çizgi roman karelerinin duvarlarımıza kazandırılması ise Roy Lichtenstein sayesinde olur. Aslında Lichtenstein bir çizgi roman çizeri değildi, yaptığı şey geniş açı klişeler çizmekti:
Aşk acısıyla ağlayan kadınlar, bir tartışmanın ortasındaki çiftler, alevler içindeki uçaklardan atlayan pilotlar..
Bu klişeleri, ses efektleriyle ve konuşma balonlarıyla da süsleyerek öncesi ve sonrası olan gerçek çizgi roman kareleri yaratıyordu. Bütün diğer pop artçılar gibi, kopyanın kopyasının kopyasını yapan Roy Lichtenstein, pop art'ı gayet güzel özetliyor:
“Şehirde bir ağacın önüne oturamam, çünkü şehirlerde hiç ağaç yok. Ve bir ağacı düşündüğümde, ağacın medya (filmler, fotoğraflar, reklamlar vs) tarafından yapılan taklididir aslında aklıma gelen. Ben nesnenin kendisinden çok, taklidini algılarım.”
Claes Oldenbourg ise tam boyutlarıyla oluşturulan ünlü süper-market-galeri “Store”da, gıda maddelerinin ve tanıdık nesnelerin taklitlerini sunar. Bu durum sadece resim, sinema ve müzik dünyasını değil, tasarımcıları da büyük ölçüde etkileyecektir.
Diğer taraftan İngiltere de boş durmaz; 50'li ve 60'lı yılların Londrası, çılgınlar gibi pop art çağını kutlamaktadır, Peter Blake'in Elvis Presley ve Beatles için yaptığı muhteşem albüm kapakları, Brigitte Bardot için hazırladığı illüstrasyonlar tüm dünyayı etkilemiş, pop tutkusunu zirveye çıkarmıştır.
''pop art'' ve ''op art '' nedir?
” POP ART ”ın Açılımı Nedir ?
1950 ‘lerin sonunda İngiltere’de ortaya çıkıp 1960 ‘larda Avrupa ve Amerika’ya yayılan bir sanat akımıdır.Genellikle resim ve az sayıda heykel ürünü vermistir.Temel yönelimi,endüstri toplumunun günlük tüketim esyalarını,kitlesel iletisim çağının teknikleriyle betimlemektedir.Bu tür objeleri çevrelerinden yalıtıp abartılı boyutlarla ve çoğunlukla resimli roman ya da reklamcılık teknikleri kullanarak resmeder.Konular hamburgerden,konserve kutusuna ,sigara paketine dek değisebilir.Ünlü Pop Art sanatçıları arasında Richard Hamilton,Andy Warholl,Roy Lichtenstein,George Segal,Robert Rauschenberg,Ceasar ve Arman sayılabilir.
” OP ART ”ın Açılımı Nedir ?
İngilizce ” Optik Sanat ” sözcüklerinin kısaltılmıs biçimidir.1960 ‘larda gelismistir.Op Art bir derinlik ya da üç boyutluluk yaratmayı amaçlayan soyut sanat ürünlerini içerir.Batı sanatı daha Rönesans’tan bu yana,daima iki boyutlu resim düzlemi içinde üçüncü boyut etkisi vermeye çabalamıstır.Op Art bu eğilimin soyut sanatta orataya çıkan en uç noktasıdır.Artık resimsel yapıt diğer niteliklerinden soyutlanarak yalnızca bir üç boyutluluk yanılsamasına indirgenmistir.Bu etkinin elde edilebilmesi için geometrik biçimlerin ritmik düzenlemesi ve geometrik biçimler üzerinde renkle yanılsama yapılması gibi.
OP ART HAKKINDA
OP ART
ABDye özgü olmadığı halde bu ülkede 1960a doğru, Pop Art ile aşağı yukarı aynı dönemde gelişmiş bir soyut sanat akımını belirten ve İngilizce Optical Artın (optik sanat) kısaltılmış biçimi olan terimdir.
Op Art da Pop Art gibi, ama tümüyle farklı bir doğrultuda, hareketsel nonfigüratif sanata bir tepki olarak doğmuştur.
Avrupa kinetik sanatındaki (Fransada Görsel Sanat araştırma Topluluğu, Almanyada Düsseldorf Zero Topluluğu, İtalyada Milano MID ve T, Padova N 65 toplulukları tarafından temsil edilir) çeşitli eğilimlerin, bu harekete bağlandıkları ölçüde, Op Artın fizik ve geometriye özgü yalın öğelerden hareketle oluşturulmuş bazı kompozisyonların yaratabileceği optik yanılma üstüne kurulu görsel araştırmalar bütünü kapsadığı söylenebilir.
Op Art terimi, tüm yalınlığı içinde kullanışlı, kolay bir terim olarak ortaya çıkmıştır; ama belirttiği sanatsal üretim, değişik ülkelerden belli sayıdaki sanatçıların benimsenmiş oldukları ortak bir estetik anlayışının ABDye özgü yorumu olarak belirir; üstelik bu anlayış, Mondrian ve Van Doesburgun kurmuş oldukları neoplastisizm, konstrüktivizm ve süpermatizm gibi soyut deneyimlerin uzantısında yer alır. Bütün bu deneyimlerin ötesinde El Lissitzki ve Berlewnin 1920 yıllarının başlarında sürdürdükleri araştırmalar, Picabianın görsel anlatım girişimleri (siyah beyaz optik suluboyalar), Man Ray ve Marcel Duchampın (roto-rölyefler, 1935-1940) etkinlikleri, Vasarelynin çok boyutlu uzam üstünde çalışmaları, özellikle de, Bauhausta ders vermiş olan ve 1950den sonra Yale Üniversityde görev alan Josef Albersin dersleri ABDli genç ressamların yetişmesine doğrudan doğruya etkili oldu. Bu sanatçıların ilgili oldukları sanat dalını bilime bağımlı duruma getirerek gözün ağtabakasındaki titreşime dayalı bir sanatı geliştirmeye çalıştılar; böylece çalışmalarını, temelde, gözün, sert bir karşıtlık oluşturacak biçimde boyanmış iki yüzeye aynı anda uyum yapmasının olanaksızlığı üstüne dayandırdılar. Böyle bir girişimde geometrik figürlerin, katışıksız renklerin, matematiksel olarak düzenlenmiş çizgiler ve noktaların kullanımını gerektiriyordu; bütün bu grafik ve renksel öğeler de harekete özgü yoğun bir görsel etki yaratmayı sağlıyordu. Ayrıca bu sanatçılar ışık, elektromagnetik itkiler, hatta bazı biçimlerim mekanik yer değiştirmeleri gibi elle tutulamayan hareketli etkenlerden de yararlanıyorlardı. Her iki durumda da izleyici, algılamayı bozan ve bir çeşit optik bireşim koşullanması yaratan dinamik olayların doğmasında etkin bir rol oynar.
İzleyicinin Etkin Rolü
Karmaşık ve büyük boyutlu çevreseller (karanlık oda, tünel, labirent) yaratmak ve bunların içine değişik biçimlerde canlandırılan ve izleyici sayesinde rastlantısal olarak değişebilen görüntüler yansıtmak söz konusu olduğunda, çoğunlukla ortaklaşa bir çalışma gerekir. Op Art, Frank Popperın plastik öğelerin sürekli kararsızlığı olarak adlandırdığı şeyle hareketli bir ortamın yaratılmasına etkin olarak katılmayı önerdiğinde, bir topluluk tarafından tüketilebilecek, bu topluluğun yararına sunulabilecek bir sanat-oyun düşüncesini benimser ve sanat yapıtının yalnızca koleksiyonculara ayrılmış taşınabilir bir ürün olarak görülmesine karşı çıkar.
Optik Sanat (Op Art)
Optik Sanat, Il. Dünya Savaşı sonrasında geçerli olan “post painteriy” (geç resimsel) anlayışa karşıt olarak Avrupa’da ortaya çıkmış bir akımdır. Akımın ilk hareketi 1950’li yılların başlangıcında tek başına ya da grup halinde birkaç sanatçının, —soyut geometrik sanatta olduğu gibi— informel’in ötesine geçebilmek ve bir Neo Dadaist görüşün canlanmasını önlemek üzere getirdikleri önerilerle başlamıştır. 1965’te New York, MOMAda çağdaş soyut hareketinin bir örneğini tanıtmak üzere “The Responsive Eye” adını taşıyan bir Optik Sanat sergisinin düzenlenmesi ve Time dergisinde yayımlanan bir makalede bu adın kullanılışı akımın tanımlanmasını sağlamıştır.
Hareket yanılsaması, ışık ve optik mekân bu akımda yeni değerler olarak sunulmuştur. Renklerin, biçimlerin, çizgilerin görsel etkiler yaratmak amacıyla sistematik araştırılması, görsel etkinin her bireyin gözünde algılama mekanizması yoluyla aynı biçimde oluşması ve yapıtın kavranması için seyircinin belli bir kültürel birikime gereksinimi olmayışı Optik Sanatın temel görüşünü belirlemektedir.
Optik Sanat akımının gelişimi kısaca gözden geçirilecek olursa:
Paris’te 1955’te Galeri Denis René Vasarely, Agam, Soto, Bury gibi sanatçıların araştırmalarını sergilemiştir. Bu sergiden sonra Optik Sanatın bir gerçeklik kazandığı ve pek çok sanatçının bir araya gelerek bu konuda düşüncelerini tartıştıkları ve görüş alışverişinde bulundukları izlenmektedir.
1957 yılında Paris’te yaşayan İspanyol sanatçılardan oluşan “Equipo 57” grubu kurulmuş, 1958’de Düsseldorf’ta Heins Macke ve Otto Piene’nin kurduğu grup “Zero” ortaya çıkmış, -1959’da İtalyan sanatçılar tarafından “N” ve “T” grupları oluşturulmuştur.
1960 yılında Paris’te önemli bir görsel sanatlar araştırma grubu olan “Effekt” ve Almanya’da “Nota” kurulmuş, bunu 1961’de “Nul” izlemiştir. Aynı anlamda sergilerin de çoğaldığı dikkat çekmektedir. “Harekette görüntü, görüntüde hareket” (1959 Anvers); “Kinetik Sanat” (1959 Zürih); “Bewogen Beweging” (1960 Amsterdam); “Yeni Eğilimler” (1961 Zagreb); “Kinetik Sanat” (1965 Berne)... 1968 yılına gelindiğinde bütün bu grupların dağıldığı ve böylece optik sanatın oluşum sürecinin tamamlandığı gözlemlenmektedir.
Optik Sanat öncelikle gözde-oluşanla ilgilenmekte ve görsel mekanizmayı harekete geçirmeyi, uyarmayı amaçlamaktadır. Bu akım, kavramanın bütün olaylarıyla ilgilenir ve amacına varmak için bazı renk ve çizgilerin yanyana konulmasıyla elde edilebilecek optik etkileri elde edebilmek için bilimsel yöntemlere başvurur. Bu ciddi ve mantıksal çalışma, “action painting”in tam tersine önceden belirlenmiş bir tasarıma göre geliştirilir. Op sanatçıların büyük bir bölümü doğrudan ya da dolaylı biçimde soyut geometrik sanattan, Bauhaus’un bazı araştırma yöntemlerinden, konstrüktuvizm’den ve De Stijl’den yararlanmışlardır.
Optik sanat en güçlü etkiye ulaşabilmek için ifade yollarını en aza indirerek sınırlar ve çoğu kez çok yalın, temel sistemler üzerinde çalışır. Bu anlamda, biçim ve renk yelpazesinin kısıtlanmasını öneren geometrik soyut sanatın belirgin özelliklerini benimser.
Bilimsel yöntemlerden yararlanan Op sanatçı, aynı zamanda sonuçta ortaya çıkacak yapıtın tüm ifadeci ve kişisel izlerden de arınmış olmasını ister. Çünkü estetik düşüncelere ve duygulanmalara yol açacak olan bu tür izlerin özgül görsel kavramaya engel olacağı düşünülür. Kişisel izlerden ve ifadeden uzak, anonim görünümlü yapıtlar gerçekleştirebilmek için Op sanatçı, —Pop sanatçılar ve minimalistler gibi— yeni malzeme ve tekniklerden yararlanır. Seçilen modülün yalınlığı, yapıtta sanatçının kişiselliğini belirleyecek izlerden vazgeçişi, eskize kesin bağlılık gibi nitelikler Op tik Sanat yapıtlarının sanatçı dışında başka birisi tarafından da ger çekleştirilebilmesine olanak tanır. Optik Sanat yapıtının kesin ve açık karakteri, onun görsel kalitesinden hiçbir şey yitirmeksizin endüstriyel üretimine de olanak tanımaktadır. Sanat yapıtının bu biçimde çoğaltılabilmesi, bir başka deyişle birden çok özgün yapıt üretilebilmesi, onun tek örnek olma özelliğini dolayısıyla yapıtın temel tecimsel değerini de ortadan kaldırmış olur.
Optik Sanatla ilgilenen gruplar ortak çalışmalarıyla dikkat çeker. Örneğin, 1963 Paris Bienali’ine Groupe de Recherche dArt Visuel” (GRAV) (Görsel Sanatlar Araştırma Grubu) “Labirent” adlı ortak bir sergi ile katılmış, François Morellet, Jean-Pierre Yvaral, Julio le Parc gibi sanatçılar ortak bir yapıtı gerçekleştirmek için çalışmışlardır.
Optik Sanat yapıtlarında seyircinin katılımı büyük önem taşımaktadır. Bu katılım isteyerek ya da istek dışı olsun seyirci üstünde fiziksel bir bilinçlenme yaratır, göz görüntüyü kavrar, seyircinin yer değiştirmesiyle yapıt hareketlenir, gözün algıladığı bir renk, bir biçim ya da titreşen bir ritm gerçekte yoktur, bunlar ancak gözün retina tabakasında bir araya gelerek varlık kazanırlar. Böylesi bir düzen içine alınmış olan seyirci hiçbir ön bilgiye gereksinimi olmaksızın, katıldığı bu olayı yalnızca fiziksel bir gerçek olarak kavramaktadır. Optik sanat yapıtları seyirci üzerinde fizyolojik etkinin yanı sıra psikolojik etkiler de yaratmaktadır.
Lucio Fontana ve Victor Vasarely akımın önemli öncü sanatçılarıdır. Lucio Fontana (1899-1968), akım dışında kalmış olmakla beraber, 1950’lerden itibaren “hareket, renkler, zaman ve mekan, yeni sanatın kavramlarıdır” diyerek ışık üzerine deneyler yapmıştır. Kısa sürede genç sanatçılar Fontana’nın düşüncelerinin önemini anlamışlar ve onun mekân ve ışık ilişkilerinden doğan görsel uyarılar üzerine olan kuramlarını uygulayarak optik çalışmalar gerçekleştirmişlerdir.
1908’de Macaristan’da doğmuş olan Victor Vasarely 1930’dan sonra Paris’e yerleşmiş, daha 1950’li yılların başlarında optik etkili soyut yapıtlar gerçekleştirmiştir. Vasarely yapıtlarında kafes biçimlerinin üst üste bindirilmesiyle ya da renkli yüzeylerin yan yana konulmasından elde edilen mekân etkileri araştırmaktadır. Sanatçı, yapıtlarının uygulanması ve çoğaltılmasında endüstri yöntemleriyle çalışan bir ekibi yeğlemektedir. Böyle bir yöntemle çalışması onun yapıtlarının hızla yaygınlaşması sonucunu vermiştir. Vasarely’nin “dekoratif” olmaktan korkmayarak, herkese açık bir sanat görüşünü savunması ve uygulaması 1950’li yılların genç sanatçıları üzerinde büyük etki yapmıştır.
1960’larda Paris’te yaşayan ve optik sanatla ilgilenen sanatçılar arasında çok sayıda Latin Amerikalı’nın bulunuşu ilgi çekicidir. Farklı bir kültür ortamından gelmiş olan ve Avrupa’da yeni bir çıkış yolu arayan bu genç sanatçıların Optik Sanat’ı benimsemeleri, bu anlayışta yapılmış çalışmaların kavranmasında herhangi bir kültür birikimine gereksinim olmayışından kaynaklanmaktadır. Optik Sanat Avrupa kültür geleneğine uzak ve bu birikimden yoksun ülkelerde kolaylıkla benimsenmiş bir akımdır. Latin Amerikalı sanatçılardan J Rapha Soto, Carlos Gruz-Diez, Narcisso Debourg, Julio le Parc, Garcia Rossi, Hugo-Rudolfo Demarco, Martha Boto, Luis Tomasello Optik Sanat’ın önde gelen temsilcileri olmuşlardır.
Optik Sanat, Il. Dünya Savaşı sonrasında geçerli olan “post painteriy” (geç resimsel) anlayışa karşıt olarak Avrupa’da ortaya çıkmış bir akımdır. Akımın ilk hareketi 1950’li yılların başlangıcında tek başına ya da grup halinde birkaç sanatçının, —soyut geometrik sanatta olduğu gibi— informel’in ötesine geçebilmek ve bir Neo Dadaist görüşün canlanmasını önlemek üzere getirdikleri önerilerle başlamıştır. 1965’te New York, MOMAda çağdaş soyut hareketinin bir örneğini tanıtmak üzere “The Responsive Eye” adını taşıyan bir Optik Sanat sergisinin düzenlenmesi ve Time dergisinde yayımlanan bir makalede bu adın kullanılışı akımın tanımlanmasını sağlamıştır.
Hareket yanılsaması, ışık ve optik mekân bu akımda yeni değerler olarak sunulmuştur. Renklerin, biçimlerin, çizgilerin görsel etkiler yaratmak amacıyla sistematik araştırılması, görsel etkinin her bireyin gözünde algılama mekanizması yoluyla aynı biçimde oluşması ve yapıtın kavranması için seyircinin belli bir kültürel birikime gereksinimi olmayışı Optik Sanatın temel görüşünü belirlemektedir.
Optik Sanat akımının gelişimi kısaca gözden geçirilecek olursa:
Paris’te 1955’te Galeri Denis René Vasarely, Agam, Soto, Bury gibi sanatçıların araştırmalarını sergilemiştir. Bu sergiden sonra Optik Sanatın bir gerçeklik kazandığı ve pek çok sanatçının bir araya gelerek bu konuda düşüncelerini tartıştıkları ve görüş alışverişinde bulundukları izlenmektedir.
1957 yılında Paris’te yaşayan İspanyol sanatçılardan oluşan “Equipo 57” grubu kurulmuş, 1958’de Düsseldorf’ta Heins Macke ve Otto Piene’nin kurduğu grup “Zero” ortaya çıkmış, -1959’da İtalyan sanatçılar tarafından “N” ve “T” grupları oluşturulmuştur.
1960 yılında Paris’te önemli bir görsel sanatlar araştırma grubu olan “Effekt” ve Almanya’da “Nota” kurulmuş, bunu 1961’de “Nul” izlemiştir. Aynı anlamda sergilerin de çoğaldığı dikkat çekmektedir. “Harekette görüntü, görüntüde hareket” (1959 Anvers); “Kinetik Sanat” (1959 Zürih); “Bewogen Beweging” (1960 Amsterdam); “Yeni Eğilimler” (1961 Zagreb); “Kinetik Sanat” (1965 Berne)... 1968 yılına gelindiğinde bütün bu grupların dağıldığı ve böylece optik sanatın oluşum sürecinin tamamlandığı gözlemlenmektedir.
Optik Sanat öncelikle gözde-oluşanla ilgilenmekte ve görsel mekanizmayı harekete geçirmeyi, uyarmayı amaçlamaktadır. Bu akım, kavramanın bütün olaylarıyla ilgilenir ve amacına varmak için bazı renk ve çizgilerin yanyana konulmasıyla elde edilebilecek optik etkileri elde edebilmek için bilimsel yöntemlere başvurur. Bu ciddi ve mantıksal çalışma, “action painting”in tam tersine önceden belirlenmiş bir tasarıma göre geliştirilir. Op sanatçıların büyük bir bölümü doğrudan ya da dolaylı biçimde soyut geometrik sanattan, Bauhaus’un bazı araştırma yöntemlerinden, konstrüktuvizm’den ve De Stijl’den yararlanmışlardır.
Optik sanat en güçlü etkiye ulaşabilmek için ifade yollarını en aza indirerek sınırlar ve çoğu kez çok yalın, temel sistemler üzerinde çalışır. Bu anlamda, biçim ve renk yelpazesinin kısıtlanmasını öneren geometrik soyut sanatın belirgin özelliklerini benimser.
Bilimsel yöntemlerden yararlanan Op sanatçı, aynı zamanda sonuçta ortaya çıkacak yapıtın tüm ifadeci ve kişisel izlerden de arınmış olmasını ister. Çünkü estetik düşüncelere ve duygulanmalara yol açacak olan bu tür izlerin özgül görsel kavramaya engel olacağı düşünülür. Kişisel izlerden ve ifadeden uzak, anonim görünümlü yapıtlar gerçekleştirebilmek için Op sanatçı, —Pop sanatçılar ve minimalistler gibi— yeni malzeme ve tekniklerden yararlanır. Seçilen modülün yalınlığı, yapıtta sanatçının kişiselliğini belirleyecek izlerden vazgeçişi, eskize kesin bağlılık gibi nitelikler Op tik Sanat yapıtlarının sanatçı dışında başka birisi tarafından da ger çekleştirilebilmesine olanak tanır. Optik Sanat yapıtının kesin ve açık karakteri, onun görsel kalitesinden hiçbir şey yitirmeksizin endüstriyel üretimine de olanak tanımaktadır. Sanat yapıtının bu biçimde çoğaltılabilmesi, bir başka deyişle birden çok özgün yapıt üretilebilmesi, onun tek örnek olma özelliğini dolayısıyla yapıtın temel tecimsel değerini de ortadan kaldırmış olur.
Optik Sanatla ilgilenen gruplar ortak çalışmalarıyla dikkat çeker. Örneğin, 1963 Paris Bienali’ine Groupe de Recherche dArt Visuel” (GRAV) (Görsel Sanatlar Araştırma Grubu) “Labirent” adlı ortak bir sergi ile katılmış, François Morellet, Jean-Pierre Yvaral, Julio le Parc gibi sanatçılar ortak bir yapıtı gerçekleştirmek için çalışmışlardır.
Optik Sanat yapıtlarında seyircinin katılımı büyük önem taşımaktadır. Bu katılım isteyerek ya da istek dışı olsun seyirci üstünde fiziksel bir bilinçlenme yaratır, göz görüntüyü kavrar, seyircinin yer değiştirmesiyle yapıt hareketlenir, gözün algıladığı bir renk, bir biçim ya da titreşen bir ritm gerçekte yoktur, bunlar ancak gözün retina tabakasında bir araya gelerek varlık kazanırlar. Böylesi bir düzen içine alınmış olan seyirci hiçbir ön bilgiye gereksinimi olmaksızın, katıldığı bu olayı yalnızca fiziksel bir gerçek olarak kavramaktadır. Optik sanat yapıtları seyirci üzerinde fizyolojik etkinin yanı sıra psikolojik etkiler de yaratmaktadır.
Lucio Fontana ve Victor Vasarely akımın önemli öncü sanatçılarıdır. Lucio Fontana (1899-1968), akım dışında kalmış olmakla beraber, 1950’lerden itibaren “hareket, renkler, zaman ve mekan, yeni sanatın kavramlarıdır” diyerek ışık üzerine deneyler yapmıştır. Kısa sürede genç sanatçılar Fontana’nın düşüncelerinin önemini anlamışlar ve onun mekân ve ışık ilişkilerinden doğan görsel uyarılar üzerine olan kuramlarını uygulayarak optik çalışmalar gerçekleştirmişlerdir.
1908’de Macaristan’da doğmuş olan Victor Vasarely 1930’dan sonra Paris’e yerleşmiş, daha 1950’li yılların başlarında optik etkili soyut yapıtlar gerçekleştirmiştir. Vasarely yapıtlarında kafes biçimlerinin üst üste bindirilmesiyle ya da renkli yüzeylerin yan yana konulmasından elde edilen mekân etkileri araştırmaktadır. Sanatçı, yapıtlarının uygulanması ve çoğaltılmasında endüstri yöntemleriyle çalışan bir ekibi yeğlemektedir. Böyle bir yöntemle çalışması onun yapıtlarının hızla yaygınlaşması sonucunu vermiştir. Vasarely’nin “dekoratif” olmaktan korkmayarak, herkese açık bir sanat görüşünü savunması ve uygulaması 1950’li yılların genç sanatçıları üzerinde büyük etki yapmıştır.
1960’larda Paris’te yaşayan ve optik sanatla ilgilenen sanatçılar arasında çok sayıda Latin Amerikalı’nın bulunuşu ilgi çekicidir. Farklı bir kültür ortamından gelmiş olan ve Avrupa’da yeni bir çıkış yolu arayan bu genç sanatçıların Optik Sanat’ı benimsemeleri, bu anlayışta yapılmış çalışmaların kavranmasında herhangi bir kültür birikimine gereksinim olmayışından kaynaklanmaktadır. Optik Sanat Avrupa kültür geleneğine uzak ve bu birikimden yoksun ülkelerde kolaylıkla benimsenmiş bir akımdır. Latin Amerikalı sanatçılardan J Rapha Soto, Carlos Gruz-Diez, Narcisso Debourg, Julio le Parc, Garcia Rossi, Hugo-Rudolfo Demarco, Martha Boto, Luis Tomasello Optik Sanat’ın önde gelen temsilcileri olmuşlardır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)